TAN KÖYÜ

YARDIMLAŞMA VE KALKINDIRMA DERNEĞİ

Mavi yelek, mor düğme

Geri Dön

Mavi yelek, mor düğme

 

 

"Elindeki kurumuş çubuğu toprağa sok, seneye yeşerir, ister vişne, ister kiraz. Erzincan meğerse. Bir dağ gördüm gerçekten dağmış.Başında kar gibi kar varmış.Eteklerinde sular, eleğimsemalar sıçratarak akarmış. Nane, yarpuz kokusu, su değirmenleri, değirmen arkında kırmızı benekli alabalıklar,sanki bir masalmış.
Erzincan meğerse.

Bir kuş, kanadı gümüş, bahçeler üzerinde uçar. Ova bir baştan bir başa bahçe, yeşil ekin denizi, pancar, fasulye. Kuş bir dala konar, elmanın yarısı kan kırmızı, yarısı sarı. Bu nasıl bir elmadır, yaza kadar kalır.

Meğerse Erzincan.

Mis kokulu tulum peyniri, tandırdan çıkan buğusu üzerinde ekmek, yanında yana yatmış iki salkım Cimin üzümü. Sarmaşıp bir sofra olmuşlar.

Ali Ekber Usta, Davut Sulari bir de Hafız Şerif bağdaş kurup oturmuş. Sofra âhengini bulmuş.

Erzincan meğerse.

Zalım Ahmet, Zozo Özkan, Dayı Muammer, Albayraklı Nurettin, Kalas Naci, Hacı Hilmi, Sobacı Mehmet Yıldız, Kömürcü Naim, gecelerin adamı Abdurrahman, Kadir Ağa, Kasap Mehmet, Uncu Fahri, Berber Ziya. Liste uzanıp gidiyor. Kimi Rahmet-i Rahmana kavuşmuş. Herkes birbirini tanıyor; ölenler Terzi Baba''da koyun koyuna yatıyor.

Liste uzayıp gidiyor, en sona bakıyorum Deli Lütfü ile Deli Tevfik.

En önde Demirci Ziya Uslu. Kıratına binmiş, başında kalpak, göğsünde dürbün. O gün 13 Şubatmış.

Meğerse Erzincan.

Bir Şubat gecesi istasyona inmiştim. Biz ekspresi karşılamaya inerdik. Saat bilmem kaç olmuş, kar boncuk boncuk dökülüyor. Trabzon Caddesi''nin ortasında yürüyorum. Beyaz lambalar caddenin tepesinde. Bu kar kaç santim olmuş, neden etrafta kimsecikler yok? Caddeden ilaç için bir araba geçmemiş; öyle temiz, öyle ılık, öyle munis bir gece. Orduevi''nden, Yenişehir Sineması''ndan geçiyor Hastane önüne varıyorum. Ara sıra geri dönüp karda bıraktığım izlere bakıyorum. Bu geceyi unutamıyorum.

Erzincan meğerse.

Vasgirt''te korkozanın başındayız. Herhalde on sekiz yaşındayız. Koltuğumuzun altında kitaplar, alnımızda hayaller. Selami çay taşıyor, biz umut taşıyoruz. Suyun sesi sesimize karışıyor. Sesimiz ovayı geçip yaylalara ulaşıyor. Laleler,mor sümbüller, adını bilmediğimiz çiçekler. Ve o kekik kokulu rüzgâr. Rüzgârın türküsüne tutunup giden çobanlar, sürüler, kayalardan kılıç gibi düşen gölgeler. Gölgeler kendi aralarında konuşuyor. Seferberlikten, kıyımdan, kıtlıktan, depremden, bahsediyor.

Erzincan meğerse.

Kırklar tepesine çıkın, oradan ovaya bakın. Evler ağaçların arasında kaybolmuştur. Çarşı Mahallesi, Orta Çeşme, Topal Kitapçı, Kristal Lokantası, Güneş Oteli, dolmuş durakları yokolmuştur. Oralarda Âşık Fahri''nin anlamından çok âhengine vurulduğumuz sesi yankılanır: Lapseki Çardaklı- Eminönü Dörtevler.

Pazar yerine varalım, bir ihtiyar nene bulalım. Tamas lalavucu, bal armutu, kuşburnu koravası falan alalım. Renkler, lezzetler, sözler, vaatler, gençlik aşkları, kavgalar, kaçan goller, geçip giden yıllar.

Erzincan meğerse.

Köşeyi dönünce Terzi Baba ile burun buruna geliyoruz. Mübarek yeni abdest tazelemiş, sular sakalından damlıyor. Eğilip elini öpüyorum “Efendim bir düş gördüm, lutfedip yorarmısınız”. Güller gibi gülüyor: “Anlat bakalım.” Yukarıdan beri sıraladığım şeyleri anlatıyorum. Ve daha neler, neler.

Düşümü yorumluyor:

Erzincan meğerse."

 

Mustafa KUTLU

06 Subat 2019